YEMEĞİMİZE
SİYASETİN ETKİSİ
Biraz yediklerimizle ilgilensem derken, mutfağımıza da bir şöyle baksam iyi olacaktır.
Dünyaca onaylanmış ve Dünyanın en sağlıklı mutfağından birine sahip olduğumuzu
söylemememe gerek yoktur sanırım. Akdeniz’in beşiğinde, güneşin üzerimizde
parladığı ve Anadolu topraklarına bahsettiği bereketle bunu da hak ediyoruz.
Acaba bizler, “sağlık açısından
kendimizi nasıl hissediyoruz? ” diyeceğim. fakat toplumsal olarak, bir
başkasına karşı güvensizliğin hakim olmasıyla buna da cevap vermek çok zor
olmakta. Ticari çıkarlar içinde yabancı ülkelerden almaya başladığımız, ana
menşeyli bizim olduğumuz ürünlerden örnek buğday, mercimek, nohut gibi
maddelerin bile artık ithal edilir olmasından dolayı oynanan oyunlardan
haberimiz olduğunu sanmıyorum. Bunu da maddiyatın öne çıkmasıyla artık tamamen
şüpheci bir yaklaşım içine girmemek elde değil.
Son zamanlarda, siyasetin bizlere koyduğu yasal düzenlemeler ile artık
yemeğimize bile karışmaktan çekinmeyen siyasetçilere dur dememiz gerekiyor sanırım.
Onları biraz mutfaktan uzak tutmak veya onlara mutfak eğitimi verdirmeyi de bir
kanun haline getirmek gerekecek sanırım. Artık yemeklerimizin tadı gitti. Ekmeğimizin
tuzu azaltıldı, Lokantada tuzluk koymak yasaklandı, tuz oranı düşürüldü ve
artık yemeklerin tadı kaçmaya başladı. Niye derseniz; biz yemeğe başlamadan
üzerine , tadına bakmadan tuz serpen bir toplum olarak, lezzeti seven bir
yapımız vardır. Siyasetçilerin verdikleri cevap ise, “sağlık acısından tuzun zararlı olduğunu söylemeleri” ama arkasında
gizli birkaç noktanın da olduğunu bilmeleri gerekir. Kültürel bir olgu olarak,
Anadolu insanı lezzetli yemeği ve onun peşinden gitmesini de bilmektedir.
Güvensiz bir ortamda yemeğini kontrol edebileceğimiz tek öğe tuz olduğundan onu
yemeğimize serpmeden rahat edemiyoruz. Hiç olmazsa yemeğin tatsızlığı örtülürken,
üretenlerin kullandıkları lezzetsiz gıdaları biraz daha lezzetlendirmenin tek
yolu. Biz ayrıca asırlardır mutfağımızın bir temeli olan turşuların niye
kaldırılmadıklarını siyasetçilere sormak isterim. Ben şimdiye kadar bu soruyu
sorduğum turşucular bile cevap veremediler. Siyasetçilerin ise, bildiklerine
hiç inanmıyorum. Ayrıca duygular, maliyetler ve vergilerle, yediğimiz iki
lokmada gözü olan siyasetçilerin sayesinde, Dünyada standart gıda ürünlerini, en pahalı olarak
yemekte olduğumuzu da belirtmek isterim.
Bilimsel kökenli mutfağımıza yaklaşırsak, hem ulus olarak rahat olacağımız,
sağlık açısından da daha iyi olacağımız ve SGK nın bu konu ile ilgili
hastalıklara harcadığı giderlerin azalacağından eminim. Üretimin ve ziraatın
siyasi olarak etkilenmesi sonucu tarım
sektörümüz devamlı kan kaybederken, bizlerde ithal, ürünlerle vasıflarını
kontrol edemediğimiz, ucuz ve lezzetsiz ürünlerle beslenmekteyiz. Sağlık
giderlerimiz artmaktadır. Bilinçli bir
toplum yerine, bilimsel temelsiz kanunlarıyla yeme içmemiz planlanmaya
çalışılmaktadır. Bu kadar karmaşık kültürel öğelerin bir arada, bu kadar basit
bir şekilde çözülmesi yerine, daha sağlıklı temel eğitim içine eklenerek, işe
kökünden, bilimsel bir yapı içinde yaklaşarak, gelecekte daha sağlıklı ve
devamlı bir toplum olmamız istenmiyor sanırım. Çünkü dikilen bir sarayın bize
faydası daha fazla galiba. Ulus sağlıklı bir toplum oldukça gelişir ve devam
eder. Bu arada Turşu yememizin en büyük nedeni, onun içinde mayalanma sonunda
oluşan ve kışın zor bulduğumuz C vitamininin bolca olmasıdır.
Gastronominin temeli olan, Her gıdada sağlığımız için faydalı ve faydasız
elementlerin yeterli seviyede alınması prensibinde yatarken, taze olmaları ise
onlardan daha fazla faydalanmamızı sağlamaktadır. İthal ürünlerin evimize gelinceye kadar kendi
ürünlerimizden daha geç gelmesi ile beslenme kayıpları artmakta ve faydasız bir
duruma karşılık, yüksek fiyatlar verilmektedir. En doğrusu yine bizim Ayşe-Fatma
teyzenin yetiştirdiği pırasa, lahana vs. gibi sebze ve meyvelerden geçtiğini
belirtmek isterim. Ayrıca siyaset hala çözemediği başka bir taraf da var,
tarladan bize gelen süreç içinde kontrol sağlaması gerekirken, toleranslarıyla
değişen bir şeyin olmadığı ve 50 kuruşa tarladan çıkan domatesin, evimize gelinceye
kadar Altı TL. olmasını da anlamak mümkün değil.
Bunun gibi başka bir yönümüzde et sektöründe oynan oyunlar da bizi fena
yordu. 2.ncı boğaz geçişi ile değil, sağlıklı beslenen, eğitilmiş bir toplum olarak,
Dünyayla kendinin mukayese edebilir. Genelde yoktan var etmeyi sevdiğimizden, biz
usta malı alıp kullanıyoruz. Çünkü bedavaya gelecek zannediliyor ve aldığımızın
yarısını çöpe atarak yüksek bir bedel ödüyoruz. Buna karşılık yabancılar
bilimsel bir yaklaşımla Mühendislerin ürettiklerini kullanıyorlar. Allahtan
onlar icat ediyor bizler ise onların icatlarını kullanma imkanımız oluyor. Böylece
Dünyanın en pahalı benzinini alıp, onların arabalarında kullanabiliyoruz. Niye
derseniz Mutfağımızdaki bütün aletlerin yabancılardan kopya çekildiğiniz
üzülerek belirtmek isterim. Büyük yemek kültürümüzün öğelerinin, benim için
yeniden modern bir şekilde üretilmesini kim istemez. Asırlardı o lezzetleri
şimdi yabancıların makine ve lezzetleriyle değiştirmekteyiz. Bizim
lezzetlerimiz dünyaya sunsak daha iyi değil mi?
Son zamanda İstanbul’da başlayan Büyük şirketlerin artık gıda sektörüne el
atmaları da gözden kaçmıyor. Aslında büyük firmalar bu sektöre girdiler ve
çıkmaktalar. Çünkü Türkiye’de bu sektör,
çok değişken ve kontrol edilemeyen faktörleri fazla olduğundandır. Siyasetçiler
koydukları vergi artırımlarında ilk yaptıkları gıdalarda KDV gibi dolaylı
vergileri artırmaktır. Boğazımızdan geçenler, bizleri fena yormakta ve bizleri
gelişi güzel bir beslenmeye itmektedir. Şimdi bu konuda bilgisi olmayan
firmalar, başlayan bu sektörel satın almalarda, meşhur ve namlı lokantaların hissesini
alıp, eski patronları da işin başında tutarak, ekonomik gelirlerini artırırken,
personel ve malzeme tedarik kanallarına az maliyetlerle üretmek ve pahalı
satmak prensibiyle pazarı etkilemektedirler. Verdikleri fiyatların düşük olması
da kalitenin düşük olmasına neden olurken, ekstra süsleme teknikleriyle yüksek
fiyatlar ortaya çıkmakta ve Pazar ona göre yön değiştirmek zorunda kalmaktadır.
Bu arada basının meşhur Lokantalarındaki ustalar paraya dayanamayıp, hemen
satmaktalar. Genelde hakim olan maddiyatın önde gelmesi galiba. Satın alanlar bu işin zorluk ve
fedakârlıklarını bilmediklerinden, maddiyatın her şeyi çözeceğini sanmaları
bana ilginç geliyor. Eski patron rahatlamanın huzuru içinde işleri gevşeterek,
eskisi gibi ilgilenmeyerek, kaliteden ödün verildiğini hatırlatmak isterim. Ailelerin nesillerdir, oluşturmaya çalıştığı
aile mesleklerini kolayca terk etmeleri de içler acısı bir durum
oluşturmaktadır. Türkiye’deki en eski restoranın bir masadan ve altı sandalyeli
Burdur’da bir lokantanın olduğunu hatırlatmak isterim. Yaklaşık 160 yaşında olduğunu
söyleyebilirim. Böyle bir restoranın sahibinin, burayı satması bile
düşünülemez. Avrupa ve dünyada böyle Dünyada 1000 yılı aşan lokantaların
bulunduğunu belirtmek isterim. Fransa’daki bazı fırınların 17.ncı yy. dan
kaldığını belirtmek isterim. Üretimlerinden ödün vermemişler ve hala aynı
kalite üretmekteler. Bizde de içimizde bir iki böyle değerli insan var ki,
Geçen haberlerde satır aralarında geçti, Sirkeci de bir restorana verilen güzel
bir teklifi sahibi geri cevirmiş. Kişisel olarak bu satırlarla kendisine
takdirlerimi iletmek isterim. Bu ustalar olmasa inanın yemeğin üzerinde
etkilerden, her müessese sahibi lokantasını kapatmak zorundadır. Bizler ise
yemeği her zamanki gibi yemek yapmasını bilen bir gelin bulup evlenmekte
buluruz sanırım. Ama artık eskiden köy enstitülerinde yabancı eğitmenler
tarafından verilen yemek eğitimleri olmadığından, annelerimizde, azaldığından,
gelinler yemek yapamamaktalar. Yine kaldık yalnız. Galiba en iyisi herkesin
bireysel olarak eğitim alması için bir kapital ayırması gerekecek. Çünkü yemek
Türkiye’de hakikatten pahalı durumda. Geleneklere karşı gelmeyin. Onlar ne
kurala, ne bilme, ne de isteğe bağlı değildir. Bizleri doğru yolda iten bir
faktör olduğuna inanıyorum.
Lütfen beslenme konusunda bulunduğumuz
coğrafi konumdaki sebze ve meyveleri tüketmeye önem gösterin ki, sizde sağlıklı
beslenesiniz. Basında çıkan bir sürü rivayet sonrası yediklerimizden de bizi
yıldırıyorlar. Onun için siz siz olun atalarınızın yediklerini yemeğe devam
edin. Sağlık, lezzet ve bereket ondadır.
Afiyet bal olsun.
Emrullah Gumustas
gumustase@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder