MEZE
Porsiyon olarak küçük
miktarlarda sunulan, lezzetleri ve görünümleriyle iştah açıcı, ana yemeğe
geçmeden hafif bir atıştırmalık yaparak, mideyi ve gönlü hazırlama lokmaları, bunun
yanında içki içilirken sarhoş olmadan daha doğrusu şarhoşluğu geçiktirmek için
ve de muhabbeti koyulaştırmada kolaylık sağlaması nedeniyle yenir.
İtalyanca “Antipasto”
ingilizce “Appetizers”, İspanyolca “entremeses ”, Almanca “vorspeisen”,
Fransızca “hors d’oeuvres”, Magrip ülkelerinde ise “Mukabalat”
ve Türkçe ve Ortadoğu’da “Meze” olarak adlandırılır. Genlde
Osmanlı tabaasi içindeki bölgelerde kullanılan meze, farsça'daki
"maze" kelimesinden geçmiştir. Bugünde bu tanım yaygın olarak
kullanılır.
İlk çağlarda “tadımlık”
olarak anılmaktadır. Akdeniz kuşağında yaygın olarak kullanılması, Anadolu
kökenli şarabın bu havzada yaygınlaşması ve insanların gün içi yorgunluklarını
atmak için akşam saatlerine doğru sosyal bir birliği yerine getirmeleri yönünde
birleşerek muhabbet etmeleri amacıyla şekillenen bir olgudur. Tabii ki geçmiş
zamanın ilk zamanlarında şarap ile mühabett kurarken zamanla sosyal etkenlerden
değişerek buğun Raki gibi sert içkiler ile anlam kazanmaktadır. Orta Doğu ve
Türk Mutfağı’nda vazgeçilmez öğelerden biridir.
Genelde olağanüstü
güzellikte, resim ve mutfak sanatının bütün incelikleri sunulurken, üç boyutlu
hazırlanır ve resim kadar heykel sanatı da gösterişe katılır. Ağır yemek
olabilecek hiçbir yiyecek meze sınıfına dahil edilmez fakat lezzetleri ve tat
seviyesi olarak kuvvetlidir. Mezeler
asla karın doyuracak boyutlarda sunulmaz. Bu mezenin temel kuralıdır. Yemek
sanatında önemli olan muhabettir. Bunun için bazen şarap veya rakınıza bir
parça beyaz peynir, biber turşusu eşlik ederken bazen ise Atamızın rakısına
eşlik eden leblebi de yeterli olmaktadır. Asıl olan kişinin zihinsel olarak o
andaki duygularının tümüyle uyum içinde olmasıdır. Neyle sunuluyor olursa olsun
hızlı sunulmaslı ve kolay yapılır olmalıdır. Neyle sunuluyor olursa olsun
hızlı, aceleci yenmezler. Sohbet ve içki eşliğinde oldukça yavaş yenirler,
sofrada uzun süre kalmaları gerekir. Bu nedenle oda sıcaklığında bekleyebilen
ve yenilebilen yiyeceklerden seçilir. Mezeler ya
tek başına çiğdir, ya da zeytinyağlı gibi pişirilmiştir ya da haydari gibi
karıştırılmıştır. Soğuk mezeler taze olarak, günlük yapılır ama dolaptan çıktığı
gibi değil oda sıcaklığında bir 15-20 dakika bekletildikten sonra servis
edilir. Taze yapılıp, sunulması lezzetini doruk noktasında tuttuğundandır.
Meze, kişiyi ana yemeğe hazırlarken, bütün
yemeğin karekterini anlatacak ve lezzetli ve kuvvetli bir tada sahip olmalıdır.
Daha doğrusu biraz yemeğin minyatür bir örneği olmalıdır. Tabii ki bu
zenginlerin sofrasını zenginleştirmede kullanılırken halk mutfağında yer almaz.
Geçmişte ziyafetler, banket, büfe ve
kokteylerde yer alırken, bugünlerde değişen yemek yeme alışkanlıklarımız
içinde, her akşam yemeğinden önce yerini almaya başladı. Belki küçük
porsiyonlar yerini daha büyük ve doyurucu porsiyonlara bırakmakta… bunu da
estetik görüntü ve lezzet anlayışındaki şıklık ve lezzet ve duyguları daha fazla yaşamak arzusuna bağlayabiliriz.
Eski
Yunan ve Roma uygarlıklarında şarap kültürü yaygın olduğundan, Fatih Sultan
Mehmet 1453'te İstanbul'u
fethettiği günlerde, kentin hemen her
köşesinde Bizans meyhaneleri bulunuyordu.
Bu sebepten ötürü kültür etkileşiminden etkilenmemek mümkün değildir. Andrew
Dably ile Sally Grainger, "Antik Çağ Yemekleri ve Yemek Kültürü" adlı eserlerinde Roma ve Yunan kültüründe şarap masasını şöyle
anlatmaktadır. "... Oda asma kandillerle aydınlatılırdı.
Etrafta hoş kokulu yapraklardan
yapılmış çelenkler ve parfümlü
yağlar bulunduğundan, havayı güzel kokular doldururdu. Sepetler içinde hem buğday, hem de arpa yemekleri sunulurdu. Ana yemeğin sırayla gelen tabakları
belirli bir düzen içinde birbirlerini izler, birer
parça alınması için, her davetliye bir garson
tarafından götürülürdü. Davetliler taze
meyve, kabuklu deniz hayvanları, kızarmış kuşlar, tuzlu mersin ve ton balığı, son derece lezzetli soslar içindeki etli mezeler gibi iştah açıcılarla başlar, nefis taze balıkla devam eder. Artık şaraba kuvvet verilmekte, akşam yemeği bir içki alemine, bir “symposium”'a
dönüşmekteydi. Ev sahibi ile
konuklar, felsefi ve edebi sohbetten şarkılara, enstrümantal müziğe kadar uzanan eğlenceyi bazen kendileri yaratır, bazen de müzisyen, dansçı ve akrobat köleler gibi
eğlendiriciler tutulurdu." der.
Osmanlıda, Gelibolulu Mustafa Âli (d.1541-ö.1600)
söz konusu eserinde o
dönemlerin bade sofralarını, rakı sofralarını şöyle anlatır. "... Gizli
değildir ki, içki meclisi olan safa sofrasında mutlaka güzel hoş
sohbet, güzel konuşan ve güzel şarkı söyleyen takımından olan,
el üstünde gül-yanaklılar, sonra saki adıyla hizmette ve sofrada bulunanları görüp gözetmekte ve ziyafet sahibinin micazına uygun harekette elinden geleni yapmak üzere ve aranan tüysüz-türüzsüz birinin elbette bulunması gerekir. Safa sofrasında ayak üzerine durmak işinin başka hizmetlilere verilmiş olması daha uygundur. Şu şartla ki, kelleler kızışıp da ürkeklikler, çekingenlikle bade
ateşiyle yumuşadıktan sonra onlara da ara-sıra kadeh sunulsun, hatta iltifata layık olan emektarlara mîr-i meclisin elinden kadeh verilmeli
ki, iltifat görenlerin meclisinde bulunanlarla
birlikte oturmadığından bir bakıma gönlü
hoş olsun. Özellikle gözceğinize getirip aykırı hareketler ve iltifatlar gördükte görmezlenmesi
saklanmış olur.
İçki
meclisinin ayrılmaz yiyeceği, yarı-pişmiş kebap ile ekşili çorba, kavurmalar ve
köfteler gibi hazır yemekler, hele denizden çıkan balık
türünün çeşitleri ile pavurya, istiridye, ıstakoz, teke ve midye
makulesi (çeşitleri) sonsuz mezelerdir.
Şanı-yüce
cömertlerin ve unvan sahibi olarak anılan büyüklerin ve
safa ehlinin meclislerinde kırk-elli kadar mezelikler, fıstık, fındık
ve kavrulmuş badem bol olmalı. Sofra balık yumurtası, havyar
ve pastırma türünden yiyeceklerle dolup taşmalı. 0 mevsimde bulunan
türlü türlü meyvelerle meclis donatılmalı; hele vazolara çiçekler
konmalı ve gül zamanı ise, taze gül yaprakları ile o bezm
(içki sofrası) süslenmelidir. ince yaratılışlı olanların şanının büyüklüğü bu
türden gerekli nesnelerin bulundurulmasını ister." Der.
Daha yakın bir geçmişe dönersek, II. Meşrutiyet ve
mütareke yıllarında, yani 20. yüzyılın başlarındaki rakı sofralarının mezeleri
ve çerezleri, Üstad Ahmet Rasim tarafından 1927 yılı
Haziran ayında, "Resimli Ay" dergisinde şöyle
dile getirmiştir:"... Her türlü salata, sardalye,
çiroz, ringa, ançüez, taze balık, ciğer kebabı, tavası, pilakisi,
sarı, siyah havyar, beyin, her türlü peynir, son moda muska böreği,
turp, midye tavası, pilakisi, salatası, istiridye, pavurya,
ıstakoz, karides, kuzu söğüşü, balık, midye, bumbar, dalak, yaprak,
lahana, patlıcan, biber, domates dolmaları, işkembe tuzlaması, patates
ezmesi, her türlü köfte, dahası şiş kebabı, pirzola, zeytinyağlılar, Çerkez
tavuğu, kaz ciğeri ezmesi, pastırma, sucuk, yumurta, turşular,
zeytin çeşitleri, yoğurt, cacık, baklava, kaymak, (keten, kağıt
,tahin) helvaları ve benzeri yemekler meze olarak
kullanılır. Oysa, meze hiçbir zaman karın doyuracak
yiyeceklerden değildir. Karın doyurmak ayrı bir zevktir."
Osmanlı
imparatorluğunda lokantacılık sektöründe çalışanların çoğu Salonda Rum ve
mutfakta Ermeniydi. Sofralar donatılırken temel mezeler sofrada bir iki yer
alırken daima 15-20 dakika ara ile yeni mezeler getirilir ve bir kaşık olarak
servis edilirdi. Keyfi uzatmak bakımından ve gastronomik açıdan yemek daha
lezzetlendirilirdi.
1970
yıllarında bir içki sofrasında, içkinizle birlikte masaya temel olan beyaz
peynir, kavun, domates salatalık söğüş ile başlanırdı. Rakı ise bir çay bardağı
veya rakı bardağında sek olarak konurdu. Yanında büyükçe bir bardakta soğuk su
bulunurdu. Bu arada günün soğuk mezelerinden veya arzu edilenler taze olarak
yapılır ve sofraya eklenirken, üç adet sıcak mezede sofraya daha sonra
sırasıyla eşlik ederdi. Bu arada geçen zaman muhabetten unutulurdu. Başlangıçta
hafif zeytinyağlı bir yemekle midenin yağlanmasını sağlamak ve geç sarhoş olmak
için birkaç lokma alınırdı. İçki içerken önceleri daha sık olarak olarak alınan
içki, hafif demli olmaya başlayınca bu süre uzatılır ve demde kalarak
muhabbetin neşesi uzun süre yaşanırdı. Rakı içerken ise önce az su içilir ve
damak yemekten temizlenirdi. Peşinden bir yudum rakı alınır ağızda yuvarlanarak
bir çalkalanırdı, aromaların açılması için. Sonradan tekrar bolca su içilerek
yutulurdu. Bu arada yemek borusundan aşağı kaçarken, duyulan hisler rakının iyi
olduğuna keramettir. Yuttuktan sonra bol sudan dolayı damak açılır yeni mezenin
tadımına hazırdır. Geleneklerimize göre de sofradan sarhoş kalkmak adettendi.
Eğer sarhoş olmazsanız, sizi o sofraya bir daha davet etmezlerdi. Yemek bir
modadır. Zamanla değişir ve bugün ise bu kurallar artık “keyf için içmek”
yerine konmuştur.
Meze sınıfı yiyecekler arasına neler girer diye düşünecek
olursak, şüphesiz ilk akla gelenler beyaz peynir, kavun, yoğurt ve domates,
salatalık gibi çiğ sebzeler olur. Ardından ise her çeşit salata, sardalya,
tuzlu balık türleri, ciğer kebabı, tavası, yahnisi, havyar, beyin, muska
böreği, midyenin her çeşidi, kuzu söğüş, patlıcan, biber, yaprak, lahana,
domates dolmaları, her tür köfte, zeytin, zeytinyağlılar, şarküteri ürünleri,
çerkez tavuğu, yumurta, baharatlı zeytin salatası,
cevizli kısır, cevizli tarator, cevizli biber, babagannuş, çiğ köfte, çökelek salatası, nohut köftesi,
nar ekşili acılı ezme salata, humus, mücver, muammara, ıspanak tarator,
şakşuka, zeytin piyazı, barbunya pilaki, piyaz, kabak ile havuç tarator, deniz
börülcesi, ısırgan otu, ebegümeci, enginar salatası, imam bayıldı ve zeytin
yağlı elma dolması gibi günlük yapılmış ve mevsimine uygun yemeklerden oluşur.
Sofranız bol çeşitli olsun
Emrullah Gümüştaş
Mak. Yük. Müh., Gastronom, Eğitmen usta aşçı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder