SOFRA
Anadolu'nun bir köyünde Türk ailesi
olarak, büyük bir aile bizi karşılar. Size bahsettiğim onun sayı ve kişi
miktarı değildir. Onun misafirine gösterdiği ihtimam ve ilginin dorukta olması
yanında, onda bulunan mutfak kültürü ve felsefesi onu nice kılar.
Anadoluda
seyahat eden er kişi kazayla da olsa veya dost ziyaretine gittiğinde, evde ona
kimse aç olup olmadığını sormaz. Misafir büyük oda veya misafirler için
ayrılmış ve özenle döşenmiş odaya alınır. Çünkü misafir en iyisine layıktir(Hizmetin temelidir.). Hasret gidermeler ve
muhabbetler başlarken hiç bir zaman tadını unutamadığım o çayı demleyip
getirirler. Çayı tarif et deseniz edemiyorum. O muhteşem lezzeti, onun üzerine
verilen itina ve sevginin neden olduğunu zannediyorum. Kan kırmızısı, sanki
şekeri benim tadımı bilircesine dengeli ve o bardağın bitmesini istemeyerek sıcacık
bir ana şefkatine sarılmış olarak içiyorum. Eş, dost ve hısımların hal ve
hatırları sorulup, özel konular derken, geçen zamanın akışı içinde
değerlendiremediğim bir süre sonra odanın ortasına mis kokan (özel misafirler
için sandık kokusuna haiz) tertemiz bir sofra altı odanın ortasına yayılır.
Üzerine ve ortasına, yer ve mekana yakışır altlığıyla bakır bir sini veya ahşap
bir sofra konur. Küçük bir ordumu desem yalan, evin selamlığına gençlerin gel
ve gitleri sonunda sofra donatılır.
Sofrada saygı ve anane doğrultusunda
masada bulunan en yaşlı kişiye yemeğin başlaması için dua etmesi ve ilk lokmayı
alması istenir. Besmele ile oturulup, birlikte yapılan dua’dan sonra bereket
dileğiyle ilk lokma alınıp yendikten sonra yemek başlar. Kişiler önlerinde
kendileri için hazırlanmış kaşıklar alıp, yemeğe başlarlar. Yemekler sofraya
dizilirken çeşitlerine göre herkesin ulaşacağı şekilde katlanarak siniye veya
sofraya dizilmiştir. Ortasına ise dumanı üstünde tüten bir çorba tenceresi konur.
Üzerinde köpürtülmüş tereyağı ve kırmızı biberli sosu ise görüntüsüne renk
katmakta ve iştahları doruğa çıkarmaktadır. Çorbayı süslerken ona lezzet
katmasını aşçıdan çok benim annem biliyor
galiba.. Havalanan kaşıklar gelişi güzel, bu tencereye saldırmaz. Bir
düzen vardır. Herkesin eşit miktarda yemesine imkan vererek ve sanki sırayla
kaşıklar çorbaya çalınır. Mutfağımızın temelinde olan ekmek, kızartılmış ve
gevrek olarak getirilir. Herkesin müsaadesi ile bazen çorbaya doğranır. Demek
biz Fransızın "krutonunu" değil, onlar bizim kızartılmış ekmeğimizi almışlar
galiba... İtinayla sonuna gelen çorbanın dibi bitirilmez, bazen de az yiyen
için bırakılır ve onun da çorbadan yeteri kadar yemesi sağlanır. Herhalde
demokrasi dedikleri şey bu olsa... Sofradaki diğer yemekleri çerez yaparken
daima diğerlerinin de eşit şekilde alması için diğerlerinin paylarına
dokunulmaz. Bu yemek yiyişi, ahenkli ve hızlı gibi görülse de yavaş bir tempoda
gelişir. Geleneğimizde sofrada yemek, hızlı değil iş varken hızlı yenir. Demek
işe saygıda var...
Sofrada
konuşulmaz ve saygıda kusur olmaz. Çorba tenceresi evin sahibinin onayından
sonra kaldırılır ve ana yemek olan pilav ve üzerinde et getirilerek sofranın
ortasına konur. Demek ev sahibi olmak ta kolay değil. Servis düzenini kontrol
eden yabancıların “metrotel” dedikleri baş hizmetkar olmak ta gerekiyor. Sofranın
düzeninden de o sorumludur da.... Yemeğe
masanın en yaşlısı veya misafir ilk kaşığı atar. Diğerleri bir armoni içinde
onu takip eder. Kişiler ev sahibinin münasip bulduğu ve elinde olan en iyi
yemeklerle bezenmiş sofrada arzu ettiği yemekleri yer. Demek soframızda da
yemek seçiminde demokrası var. Herkes arzu ettiği kadar ve eşit bir miktarda yer
ve kaşıklarını önlerine alır. Yemek bitirmek gibi bir mecburiyet yoktur fakat
yeterli miktar konur ve bitirilmesi gerekir. Yetmez ise de hemen yedek
takviyesi vardır. Mutfakta ki bacımız bir yabancıların dediği cheff’in en
güzelini kendisi yapmaktadır. Çünkü bir gözü ki odaya giremez ama hizmet veren
gençlere sorarak o sofranın nabzını tutar. Hatta sevilmeyen yemekleri alır ve
sevilen yemekleri bollaştırır. Misafiri mutlu etmesini iyi bilir.
Sofranın üçüncü aşamasında siz farkına varmadan ev sahibinin
onayı ile yemekler teker teker gürültüsüz bir şekilde kaldırılır ve tatlı
getirilir. Evde kolay yapılan veya beklenen misafire özenerek hazırlanan
tatlıların sanki sonu yoktur. Tez canlı olsanızda tatlı yoksa meyve mutlaka
vardır. Tatlısız kalkılmaz. Bu arada yemek bitmek üzere iken ibrikle leğen
tekrar teşrif eder. Mutfağımızda elle yemek olduğundan elinizin kirini almak
için tekrar yıkama imkanı verilir. Kişisel hijyen kuralları içinde temiz olmalıdır.
Sofradan kalkılır.
Yemeğin
bolluğu ve lezzetinden ev sahibi ve sahibesine yapılan latife ve teşekkürler
sonunda, yiyeceği olmayanlara da bu sofra bereketi dilenir. Bu arada yemek
sonrası siestasi için pardon, yemek sonrası iştahi kolaylaştırmak için itinayla
yapılmış köpüklü kahvemiz, narin fincanlarda önümüze gelir. Nedir o tat. Güzel
kokular içinde kahvenin hası. Misafirler yemek yerken ocağın kenarında kavrulan
ve soğutulan yeşil kahve taneciklerinin sabırla ve elde öğütülmesi veya
dövülmesiyle ve de ocağın kenarındaki kül ateşinde pişirilmiştir. Kahve mutlaka
habeşıstandan (şimdiki Etopya) gelecektir. Belirtilen kahve türü arabikadır.
Kafein bakımından en hafifi ve tat bakımından en üstünüdür. Hakikatten de
şimdiki piyasada bulunan ve mantar gibi çoğalan kahveci dükkanlarındaki kötü
robusta kahvelerine, kahve diyenlere karşı gelir gibi bir şikimperver (gurme)
edasıya yudumlar ve günün yorgunluğunu üzerinden atar.
Sizlere yukarıda bir Türk evinde
geleneksel bir misafir için uygulanan yemek faslını anlatmaya çalıştım. Tabii
ki Anadoluda daha bir çok kültür var bizimle özdeşmiş ve ortak kültür içinde birlikte
yaşamaktayız. Onların yemek kültürü de bundan çok fark içermez. Çünkü
Anadolunun miafirperver olma geleneği Batı Roma İmparatorluğu ve MS. İlk
yüzyılından kalmadır. Yine geleneklerimize tarihler girmeye başladı. Bu kadar
eski ve tarihi bir kültüre sahip olmak, benim mutfağımı da farklı kılacaktır.
Osmanlı İmparatorluğunun ilk yıllarında bizanstan özenti, mutfakta şıklığa yer
verilsede Fatih sultan mehmetin son zamanından itibaren özenti kaldırılmış ve
yalınlaştırılmıştır. Bunun içinde kanunlar çıkmıştır. Yabancı seyyahlarında
yazdıkları gibi sadelik esastır. Bu tarz lale devrine kadar devam eder. Sonra
Avrupadan getirilen aşçılar ve mutfak gereçleri ile dolmabahce ve yıldız saraylarında verilen
yemeklerde ihtişama ön çıkmaya başlamıştır. Altın kaplama ve porselen tabaklar,
gümüş servis setleri, kristal bardaklar eksik değildir. Bu yenilikler saray
çevresinde kalmıştır. Bu gelenek ise gastronomide batmakta olan
imparatorluklarda görülen müzmin hastalıktır. Refah bol, söylenecek çok ve
büyüklük taslamak ise bir marifettir sanki. Bu dönem ise mutfağın en yüce
olduğu noktadır. Paşa ve beyler büyük paralar vererek muhteşem şölenler
verirler. Bu sektörün aşçı ve servis elemanları da bu dönemde zengin olma
ihtimalleri yüksektir. Küçük bir açıklamaydı...
Size Dünyanın
üç ana temel mutfağını anlatmak istiyorum. Bunlardan uzakdoğu kültürünün temel
mutfağı olan ÇİN MUTFAĞI., Akdeniz havzasında ise imparatorluklar yaşamış
OSMANLI MUTFAĞI ve Avrupa Mutfağının temeli olan İTALYAN MUTFAĞIdır. Çin Mutfağı gelişerek kendini JAPON
MUTFAĞINda doruğa çıkarırken, İtalyan Mutfağıda gelişerek FRANSIZ MUTFAĞInıda
doruk noktaya çıkarmıştır. Ne hikmetse, I. Ve II. Dünya savaşları sonrasında
parçalanmakta olan Osmanlı İmparatorluğundan yeniden doğan Türkiye ise kendini
toplamak ve savaşlarla savaşmaktan mutfağına özen göstermemiştir. Ama yukarıda
anlattığım yemek kültürüne haiz bacı ve abilerim bugünlere aktarmışlardır.
Bizde bu kültüre sahip çıkmalı ve bunu yeni nesillere aktarmamız gereklidir.
Mutfakta
yemek yeme tarzlarına baktığınızda, mutfağımız temel mutfaklardan biridir.
Japon ve Türk Mutfağı yatay bir seçim içinde, Fransız mutfağı ise dikey seçim
içindedir. Yatay seçimde kişi yemeklerden istediğini seçer ve istediği kadar
pişirir ve istediği sebze ve sosla yer. Memnuniyet doruk noktasındadır. Dikey seçimde ise herşey önceden planlanmış ve
programlanmıştır. Yemekler sırasıyla gelir ve seçmeden yenilir. Profesyonel bir
seçim doğrultusunda yapıldığından başarılı bulunur. Belki batılıların mutfağa
bakış açılarının farklılığı, onlarda bu yönde gelişim sağlamışlardır. Japon
mutfağında her şey çiğ olmasından dolayı kişiler masada yemeklerini
pişirdiklerinden, istediği gibi pişirerek veya istediği sos ve sebze ile
birleştirerek tatlarına da hakim olurken küçük bir aşçıdırlar sanki. Türk
mutfağı ise bundan biraz daha farklı bakarak, aşçı yemeğin tat ve lezzetine
karar verir ama kişi ise istediğini seçip yiyerek özgür ve demokratik seçimini
yapar. Demek ki Dünyada üç farklı ekol
mutfaklardan biriyiz. Bunun yanında Çin Mutfağı beslemek zorunda olduğu
milyarlarca insandan dolayı, malzemesi doğada yenebilir her şeydir. Pişirme
tekniği ise en az pişirerek ve besin değerlerini kaybetmemek hedeflidir.
Dolayısıyla nerdeyse çiğ bırakılır ve ısıdan gıda suyunu burakınca nişasta ile
bağlanır. Bir kilo gıdadan bir kilo yemek yapılır. Böylece çok insan doyar ve
yakıt az kullanılır. Bunun yanında Fransız veya italyan ise mutfağımızla
benzerlik içerir. Çünkü yemeklerimiz seçtiğimiz doğal gıda ürünleri ile
oluşmuştur. Pişirme işlemi yaparken onun suyunu uçurarak yoğunlaşmasını ve
lezzetinin doruklara çıkması isteriz. Bizde bir kilo gıdadan yediyüz gram yemek
yapılır. Genelde Kültürel açıdan bakarsanız en eski olmalarından dolayı Türk,
japon, Çin yemek kültüründe geleneksel bir yapı bulunur. Kural ve kavramları
içinde hareket edilir. Saygı ve sevgi esastır.
Mutfakların farklı olduklar,ı onların
yaptıkları yemeklere bağlı değildir. Yemek Evrensel bir kazanımdır. Herkes
buraya katkı yapar veya buradan bir benzerlik alıp, kullanır. Kullandıkları ise
yöresine özgü gıdalarla yapılır. Dünyada artan iletişim ve ulaşımdan artık
mutfaklar da karışmaya başlamıştır. Bu evrede türk yemek yazarları ve basına
görev büyük görevler düşmektedir. Son bir gazete yazarımızın asırlardır süre
gelen mutfağımızı beğenmeyerek, mühürleme (etin suyunu kaybetmemesi için kızgın
tava veya kapta tavlanması veya kısa pişirilmesi olayıdır) kelimesini keyfi
olarak çontalamak(makina mühendisi olarak görsemde ilişkiyi benzetemedim) olarak tanımlaması bile bu konuda çok cahil
olduğumuzu söylemektedir. Demek ki artık Mutfağımıza sahip cıkma zamanımız
gelmiş geçmektedir. Evet bazı güçler bizleri köfte yerine hamburgere itse de
Tarih sayfalarında yazılı olanlar bile mutfağımızın büyüklüğünü bizlere daima
hatırlatacaktır.
Emrullah
Gümüştaş
28,08,2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder